24 Eylül 2011 Cumartesi

Son dakika iki gol

Doksanlı yılların sonlarından kalan sıradan bir pazartesi günü, bir konservatuvarda bir “Yaratıcı Yazarlık” sınıfı. Biraz uzağımda oturan Göksel Bekmezci'ye küçük bir kağıt gönderiyorum. Göksel notu güzelce açıyor, yazılanlara bakıyor. “Maç kaç kaç bitti?” yazıyor notta ve skoru yazdığı kağıdı bana yolluyor. Bazen golleri kimin attığını da not ediyor aynı kağıda. Dekoderi icat edip mertliği bozanlar sonrasından yoksulluğumuz maç izlememize izin vermiyor. Maç yok, gazete yok, radyo ve televizyon zaten hiç olmamış ki... Haliyle bilgiye ulaşmak çok zor. Haftasonları parasızlıktan evden çıkmadığım için pazartesi sabahları Göksel'in bir yerlerden öğrendiği maç skorlarıyla idare ediyoruz. Daha sonraki yıllarda en azından bir gazeteden maçları okumaya başlamıştık. Yani doksanlı yılların sonunda; Şifolu, Ertuğrullu, Nihatlı bilemedin Sergenli Beşiktaş vardı ve bizler o zaman futbol okurlarıydık. Futbol okuru olmak da bir meziyetti hani. Bunu başarmıştık ama. Her maçı, ertesi günü gazetelerde yazılanlar sayesinde zihnimde canlandırır ve Beşiktaş'ın o sezonki istikbaline ilişkin planlar yapardım. Göksel ile birlikte kızların ağırlıklı olduğu sınıfın hem erkek öğrencileri hem de Beşiktaşlılarıydık. Sınıfta da başka futbolla ilgilenen yoktu herhalde, olsa hatırlardım. Birlikte izlendiğimiz maçların yanı sıra bir de “Dünya Kupası” geçmişimiz var. Maçlar erken saatlerde yayınlandığından ben uyanamaz, Göksel tarafından zorla sahaya sürülürdüm. Şenol Hoca ise hiçbir zaman ilk on bir'de şans vermezdi bana.
Cemre'nin maçı izleyemeyeceği birkaç gün önceden belliydi. Uzun zaman sonra Göksel'i kapı önünde bekletmek suretiyle birlikte izleyeceğimiz maça yetiştim. İçeriye girdik, televizyonu açtık ve İstiklal Marşı başladı. İstiklal Marşı, Türkiye'de kabul edilmeyen iç savaşın dorukta yaşandığı dönemlerde maçlardan önce okunmaya başlamıştı. O zamanlar birlik beraberlik söylevleri arasında milliyetçiliği yükselterek halklar arasındaki olası düşmanlıkta safları sıklaştırmak istiyorlardı. Peki şimdi neden okunuyor bu marşlar? Belki şimdi de İstiklal Marşı'yla yabancı futbolcuları Türkleştirmeye uğraşıyorlardır kim bilir.
Bursa'da halklar kardeş değil büsbütün birbirine düşmandı. Kanlar dökülüyor, çatışmalar çıkıyor ve belli ki kimse birbirini sevmiyordu. Bursalılar Beşiktaş'ın maç satıp onları küme düşürdüğünü söylüyorlardı hala. Ama şampiyonluk maçında Beşiktaş'ı kendileri yenmişti nasılsa... Futbol denen dersin tembel ve şımarık öğrencisiydi Bursasporlular. Başarıyı kendileri kazanıyor, başarısızlığın sebebi ise, kafayı onlara takan kötü niyetli öğretmenler oluyordu. Genetiğimize yayılmış şizofrenik bir hal bu. Herkes yaşıyor, ama onlar buna biraz fazla inanıyordu. Yıllardır devam eden bu gerginlik arasında elbette futbol oynamak öylesine kolay bir iş değildi. Hatta geçen yıl buraya top oynamak için gelen bu takım bir iç savaşın ortasında bulmuştu kendini. Ne zaman ne olacağı hiç belli değildi kısaca. Yöneticiler aradaki buzları eriteceğiz diyerek sorunun daha da artmasına çanak tutuyor. Efendiliğini övdüğümüz Ertuğrul Sağlam ise kavgadan nemalanan biri gibi savaştan yana tavır alıyordu sanki.
Beşiktaş sahaya çıktığında Carlos Carvalhal şapkadan tavşan çıkarmaya çalışıyordu, Egemen'i sol bek, İsmail Köybaşı'yı da sol açık yapmıştı. Bursaspor karşısında iyi bir defans kurmak istemişti belli ki. Golü nasıl olsa duran toptan gelecek bir kafa vuruşunda bulmayı hesaplıyordu. Bu nedenle de saha içinde herhangi bir atak organizasyonu yaratmamıştı. Egemen ve İsmail'in uyumu maçın altıncı dakikasında kendini gösterdi ve Beşiktaş sıkı savunulan o kanattan gelen akında golü yedi.
Sevinç filan derken golün sahibi Bangura, Egemen'in yirmi ikinci dakikada gördüğü sarı kartın rengini kırmızıya çevirmek için yarattığı suni gerginlik sırasında hakeme sövünce oyundan atıldı. Egemen'e edilen küfürler, gol ve kırmızı kart sonrasında Carvalhal Egemen'i çıkarıp Mustafa Pektemek'i oyuna aldı. Şimdi doğruyu yaptı dedik, ama maç boyunca Beşiktaş bir tane bile organize atak geliştiremedi. Quaresma iki kişi arasında kayboldu, Simao ise ne kanatta, ne de Edu'nun arkasında oynayabildi. Haliyle biz de Göksel'le eskilerden konuşmaya başladık. Nejat Biyediç'ten başlayarak birkaç Bursasporluyu andık, Süleyman Seba'yı hatırladık. Yıldırım Demirören'in Portekiz'de Ronaldo ile yaptığı ortaklığın Beşiktaş'ı ne hale getireceğinden dem vurduktan sonra ilk yarı bitti. Haliyle ikinci yarı başladı. Tam o da bitecek derken Quaresma oyunu erken terk etti ve goller arka arkaya geldi. Bursaspor kırmızı karttan sonra iştahlanmış, seyircinin de desteğiyle farkı arttırmak için ileriye çıkmıştı. Sivok ve Holosko İsmail Köybaşı'nın ortalarında Beşiktaş'ı bir dakika içinde öne geçirdi. 80 dakika boyunca takımlarının galibiyetlerini kutlayarak Bursasporlulara Wederson'un verdiği bir hediyeydi ikinci gol.
Maçtan sonra Carvalhal, bize başka bir maç izlediğimizi hissettiren yorumlar yaptı. Ertuğrul Sağlam ise artık iyiden iyiye Bursaspor taraftarı gibi düşünmeye ve onlar gibi Beşiktaş'tan nefret etmeye başlamış. İnönü'ye çıktığı vakit kimse arkasından “adam gibi adam” diye tezahürat yapmaz her halde artık. Umarım birkaç yıl sonra Bursaspor ona da küfür etmeye başlamaz. Malum Egemen'in yaşadıkları ortada.

Bursaspor: 1 - Beşiktaş: 2
22/09/2011
Stadyum: Bursa Atatürk
Hakemler: Yunus Yıldırım, Adil Sinem, Nihat Mızrak, İlker Meral
Bursaspor: Scott Carsoın, Basser, Serdar Aziz, İbrahim Öztürk, Vederson, N'diaye, Adem Koçak (Dk. 90 Ömer Erdoğan), Turgay Bahadır, Batalla (Dk. 46 Tagoe), Ozan İpek (Dk. 70 Ahmet Arı), Bangura
Ertuğrul Sağlam
Beşiktaş: Rüştü, Ekrem Dağ, Sivok, Sidnei, Egemen (Dk. 30 Mustafa Pektemek), Manuel Fernandes (Dk. 60 Veli Kavlak), Mehmet Aurelio, Simao (Dk. 75 Holosko), Quaresma, İsmail Köybaşı, Edu
Carlos Carvalhal
Goller: Dk. 6 Bangura (Bursaspor), Dk. 87 Sivok ve Dk. 89 Holosko (Beşiktaş)
Sarı kartlar: Dk. 36 Basser ve Dk. 62 Serdar Aziz (Bursaspor), Dk. 22 Egemen Korkmaz, Dk. 33 Ekrem Dağ ve Dk. 51 Quaresma (Beşiktaş)
Kırmızı kartlar: Dk. 24 Bangura (Bursaspor), Dk. 79 Quaresma (Beşiktaş)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder