20 Eylül 2011 Salı

Beşiktaş: 3 - Ankaragücü: 1

“Ölümler ölümlere ulanmakta ustadır...” diyordu şair ve biz bunu sadece bir İsmet Özel dizesi sanıyorduk. Oysa değilmiş; haklıymış şair, ölümler peşinden başka ölümleri sürüklüyormuş...
Cemre'nin pazar sabahı aldığı ölüm haberiydi aslında her şeyi biraz daha sahtekar kılan, biraz daha inandırıcılığını yitirmesine neden olan. Yıllardır şeker hastalığıyla boğuşan anneannesinin kalbi dayanamamıştı artık bu dünyanın yükünü taşımaya ve bir sabah yataktan kalktığında atmayı bırakmıştı. Cemre'nin acısı başka bir ölümün acısıyla birleşti ister istemez. 14 Mart sabahı Efsanevi Kel Şükrü'nün de kalbi ansızın atmayı bırakmıştı. Belli ki bir neden bulamamıştı atmaya, bu dünyada alacak bir nefes kalmamış ona. Ardında derin bir sessizlik bırakarak göçüp gitmişti bu diyardan.
O günden sonra sadece kendim için değil, babam için de içiyor, onun için de maç izliyordum. Ben ne zaman sarhoş olsam onun da damarlarında dolaşıyordu alkol. Ben ne zaman bir gole sevinsem küçük bir gülemseme hapsoluyor dudaklarına ve Fenerbahçeli olduğu bir kere daha hatırlatıyor bana. Biliyordum beni izlediğini, işte bu yüzden sevdiği rakıdan içiriyordum, başkasından değil.
Defin, cenaze, taziye ve daha pek çok kelime, babamın ansızın ölümüyle, ilk defa gerçek anlamlarıyla karşıma çıkmıştı. Cenaze; bir insanın babasının ölümüymüş meğerse, defin; onu toprağa verdiğiniz zamanmış. Mezarlıktan dönmekmiş gerçek yokluk, babanızı ellerinizle bir çukurun içine bırakmak ve sonra da gözlerinizde bir parça yaş, yüreğinizde bir sersemlikle üzerine atılan toprakları izlemekmiş. Ve taziye; insanların sizlere babanızın öldüğünü sürekli hatırlatmasından başka bir şey değilmiş. Günler bu yaşanan sancılı boşluklar ve çaresiz bir ailenin hıçkırıklarıyla geçerken Beşiktaş maçı için Cemre ile Lokal'e oturmuştuk; Lüleburgaz'daydık, bira içiyorduk... Beşiktaş Kayserispor'la oynuyordu ve ben babası ölmüş biri olarak ilk kez maç izliyordum. O maçı 4-2 kazanmıştı Beşitaş. Bu akşam da Cemre'nin içine akan, bana başka ölümleri anımsatan bu yokluğu unutturmak Beşiktaş'a kalmıştı.
İş günlerine alınan Beşiktaş maçları yüzünden hayatımız maça yetişme telaşıyla geçiyordu artık. Beşiktaş çarşısındaki Elma, ne zaman sıkışsak gittiğimiz bir mekan halini almaya başladı. Ne zaman geç kalsak, orada maç izler olduk, ancak girişte aldıkları 10 liralık “hava parası” hakikaten saçmaydı. Zaten yiyip içecek, maç boyunca masamızı boş bırakmayacaktı.
Biz durgun ve hüzünlüydük. Cemre gelen taziye telefonlarını yanıtlıyor, ben Beşiktaş'ı izliyordum. Sivok ve Sindei değişikliği hoşuma gitmişti. Futbolculuğu konusundaki tek fikrim “FM 2010”da “genç yetenekler” arasında olmasıydı. Oyunda giydiremediğim Beşiktaş formasıyla sahadaydı. Bunun yanında yaptığı ilk yaramazlığın şımarıklığını taşıyan yüzü onu daha da bir sempatik kılıyordu gözümüzde.
Bizim durgun ve hüzünlü olmamızın yanında Beşiktaş acemi bir telaşın pençesine düşmüş gibiydi. Bir an evvel skoru değiştirmek istiyordu. Ortasaha kontrolünde tutarken kanatlardan hücüm ediyordu. Simao son üç maça nazaran biraz daha hareketli, Quaresma ise istekliydi. Simao'nun kıpırdanması Beşiktaş'a çift yönlü atak yapma şansı veriyordu, ama sonuç gelmiyordu. Edu'nun yanındaki boşluk hiçbir zaman atak yönünün tersindeki futbolcuyla dolmuyordu. Hal böyle olunca tek forvetin tanımı; stoperler arasında kaybolan adam olarak değişiyordu. Gol belli ki Beşiktaş'ın becerisinden değil, stoperlerin pozisyon hatasından gelecekti. Quaresma'nın istekli oyununa rağmen duran toplar çare oldu skorun değişmesine. Sidnei 38'de skoru Fernandez'in kullandığı serbest vuruşta değiştirdi. Beşiktaş topu sürekli kanatlara oynamak yerine defansın arkasına da pas atabilmeyi başarsa skor daha erken değişebilirdi. Necip Fernandez'e top taşımak dışında biraz daha oyuna katılmalıydı... Ama araya o pasları atacak bir isim şu an için kadroda yoktu. Mustafa Pektemek'in tam olarak hazır olmaması Carvalhal'in elini kolunu bağlıyor olabilir, ama belli ki Almedia'nın alternatifi Edu değil...
İkinci yarıda Cenk, Ankaragücülü futbolcuların para almamalarına rağmen oynadığı futbolu golle süslemeleri için saçma bir hareket yapıp skoru eşitledi. Hatta bu hatasıyla Vedran Runje'ye küçük bir gönderme yaptı.
Bu sahada Ziya Doğan, küme düşürdüğü takımlarla bile Beşiktaş'tan puan almayı başarmıştı. Yine öyle mi olacak derken Sidnei bir kez daha Edu'nun yapamadığını yaptı ve üstünlük sayısını elde etti. Quaresma'nın harika ortasına Mustafa Pektemek kafa vurunca maç 89'uncu dakikada koptu. Beşiktaş'ın böylesine zorluklarla yaşayan rakibi karşısında maçı erkenden koparması lazımdı. Hatta maç hiç zora girmemeliydi, ama malum Beşiktaş her zaman şeytanı azapta tutmayı seviyor.
Ankaragücü, Kenan Evren'in kıyağıyla çıktığı ligde bu yıl, bu şartlar altında tutunamayacak gibi görünüyor. Evren Paşa'nın sadece kötü bir ressam olarak anıldığı Türkiye'de Ankaragücü'nün de kendini yeniden kanıtlaması gerekiyor artık. O zamanki adıyla, “Birinci Lige” çıktığından beri arkasına aldığı iktidar rüzgarı bu yıl yanında değil. Hatta Ziya Doğan'ın bile takımın istikbali hakkında çok umutlu olmadığı gözünden anlaşılıyor.


19/09/2011
Stadyum: Fiyapı İnönü
Hakemler: Tolga Özkalfa, Ali Saygın Ögel, Volkan Narinç
Beşiktaş: Cenk, Ekrem, Sidnei, Egemen, İsmail, Necip (Dk. 57 Mustafa), Aurelio, Quaresma (Dk. 90 2 Hilbert), Fernandes, Simao, Edu (Dk. 85 Veli)
Carlos Carvalhal

Ankaragücü: Özden, Güven (Dk. 46 Tisdell), Rajnoch, Aydın, Uğur, Theo Weeks (Dk. 68 Serdar Özkan), Hürriyet, Kağan, Bilal (Dk. 46 Umut), Özgür, Turgut Doğan
Ziya Dogan

Goller: Dk. 37 ve 81 Sidnei, Dk. 89 Mustafa Pektemek (Beşiktaş), Dk. 53 Tisdell (Ankaragücü)
Sarı kartlar: Dk. 9 Turgut Doğan, Dk. 59 Tisdell, Dk. 63 Uğur, Dk. 65 Kağan, Dk. 80 Hürriyet (Ankaragücü), Dk. 58 Fernandes, Dk. 73 Egemen (Beşiktaş)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder