18 Eylül 2011 Pazar

Beşiktaş: 5 – Maccabi Tel Aviv: 1

Vaktiyle küçük ama küçük olduğu kadar da bizi çok eğlendiren bir taraftar grubumuz vardı: Erenköy Kartalları… Temellerini Sevin Okyay’ın asistanlığını yaptığım dönemde atmıştık. Sevin Okyay, Ben, Dodi ve Şapşi’den oluşuyordu ilk kadromuz. Dodi’nin eve terk etmesi, Şapşi’nin de kalbinin zayıflığına bakmadan bahçeye sızmış bir köpeğe kafa tutmasıyla iki kişi kalmıştık. Şapşi ve Dodi’den sonra kedisiz kalan eve yenileri eklendi ve “Erenköy Kartalları” gelişiyordu. Cincin ve Marme kedi, Sinan abi de Beşiktaşlı eksiğini tamamlamıştı. Erenköy’den Moda’ya taşındığım halde tüm Beşiktaş maçları için televizyonun karşısındaki sallanan sandalyede yerimi almıştım. Hatta Taraf gazetesinin ilk yıllarında gazeteden kaçıp gidiyor, Elif Kutlu da bir nevi aile ziyareti manası taşıyan bu kaytarmalarıma göz yumuyordu.
Uzun zamandır bir araya gelemiyordu "Erenköy Kartalları". Hafta içi Sevin Okyay’ın terlikten düşmek suretiyle ayak bileğini kırdığını öğrenince Maccabi Tel Aviv maçını orada izlemek farz olmuştu. Cemre yeni işinin ani bastıran yoğunluğu yüzünden Erenköy Kartalları’yla birlikte sahaya çıkamamış, maçı yollayacağım “Beşiktaşımızın golü…” yazarak başladığım kısa mesajlarla takip edecekti.
İşten zamanında çıkamamış ve Söğütlüçeşme’den Göztepe’ye kadar trafiğe takılmıştım. Başlama vuruşunu görmediğim zaman bir türlü havaya giremiyor ve maçtan da yeteri kadar tat alamıyordum. Filmin maçını kaçırmak gibi bir şeydi. Sürekli soru sormak zorunda kalıyordu insan. Makul bir yerde minibüsten inip hızlı hızlı yürüyerek yetiştim maça, kadrolar açıklanmıştı. Artık Sinan abi anlatacaktı kimin nerede oynadığını. Televizyonun karşısındaki sallanan sandalyeye oturdum. Sinan abi her zamanki gibi üçlü koltukta, Sevin Okyay da bileğinden dolayı çalışma masasında değil de derbileri izlediği tekli koltuktaydı. Mehmet Atak ise maçı yer yer bahçeden takip etmeyi seçmişti. Hem futboldan çok hoşlanmaması hem de Fenerbahçe taraftarı olması onu doksan dakika ortamdan uzaklaştırmıştı.

Kilo, göbek, ekmek arası, tost, fast food ve tabii ki bira başlıklı hal hatır olmanın arasında maç başladı ve ben orta sahanın göbeğinde siyahi topçunun Aurelio olmaması için dua ederken rastgele yaptığı vuruş Almedia’ya pas oldu, kalecinin de gayretiyle Beşiktaş ilk golünü attı. İki ülke arasındaki gerginlik futbolu engellemesin diye yapılan çağrılar sonrasında İnönü Stadı en terbiyeli saatlerini yaşıyordu. Barış şarkıları söyleyen basının mağlubiyet sonrasında neler yazacağını merak etmiyor da değildim. Çünkü Beşiktaş önde olmasına rağmen güven vermiyordu. Rakip takım bizim sahaya yayılmış, orta sahada istediği gibi pas yapıyor, yüklendikçe Beşiktaş geriye yaslanıyordu. Takıma yarı sahada kalmasını öğütlenmişti belli ki, Sinan abiyle Tigana döneminin atağa çıkmayan kanat beklerine küçük bir gönderme yaptık. Belli maç böyle devam etmeyecekti, gol yememiz yakın derken, tam da çay almak için mutfağa gittiğimizde Sevin Okyay “gol” diye bağırdı. Ekran karşısında iki dakika ayrılıp golü görememek kadar sevimsiz ne olabilir ki...

İlk yarıyı böyle kapattık, devre arası iş, güç ve kazanın nasıl olduğuna ilişkin sohbetin ardından “Erenköy Kartalları” için maç yeniden başlamıştı. Sinan abi “gol atarlarsa maç zora girer” dedikten sonra Beşiktaş onu haksız çıkarmak için gol yedi. Aslında Simao’nun top oynamak istememesine rağmen ikinci yarının bambaşka olacağı belliydi. Çünkü içerde ne konuşulduysa takım arkaya yaslanmayı bırakmış rakip sahaya yayılmak istiyordu. Orta sahanın kontrolü Beşiktaş’taydı. Ama bu tek forvetli sistem hiç icat edilmeseydi. Bunları düşünürken Beşiktaş formasını bir an evvel üzerinden çıkarıp tesisleri terk etmesini istediğim Aurelio farkı yine ikiye çıkardı. Hemen ardından Quaresma beş kişi arasında kalmış tek Beşiktaşlıya, Egemen’e öylesine güzel bir orta yaptı ki, o da aynı güzellikte bir kafa vuruşuyla maçı Maccabi Tel Aviv için bitirdi. Eski günler, eski maçlar derken Almedia sakatlandı. Yerine yıllar sonra zar zor kurtulduğumuz Nobre’ye benzetilen Edu girdi. Rakibi çalımlamak istedi beceremedi, pas olarak topu attığı yerlerde nedense hiç Beşiktaşlı yoktu. Fernandes farkı artınca stadı sirke çevirmişti. Ona eşlik etmek isteyen Quaresma rakiplerinden tokat yemeye başlamıştı. Hakem birini gördü, diğerini görmedi ama Quaresma artık rakibin sinirini hırpalayan, tahammül edemeyeceği çalımlar atmaya başlamıştı.
Edu’nun golüyle uzun zaman sonra Beşiktaş’ın beş gol attığı bir maçı izlemiştik. Bu Erenköy Kartalları’nın uğuruydu kuşkusuz. Ama Stoke City maçı hala korkutucu duruyor, hatta Erenköy Kartalları’nın uğuru bile yetmeye bilir galibiyete…

15/09/2011
Hakemler: Vladislav Bezborodov, Nikolai Golubev, Viacheslav Semenov (Rusya)
Stadyum: İnönü

Beşiktaş: Rüştü, Ekrem, Sivok, Egemen, İsmail, Simao (Dk. 80 Veli), Necip, Aurelio, Quaresma (Dk. 86 Mustafa), Fernandes, Almeida (Dk. 58 Edu)
Carlos Carvalhal

Maccabi Tel Aviv: Haimov, Vered, Pavicevic, Nivaldo, Yeini (Dk. 46 Itzhaki), Dahan, Kehat, Ziv, Medunjanin, Dabbur (Dk. 46 Atar), Colautti (Dk. 59 Puncec)
Avi Nimni
Goller: Dk. 3 ve 28 Almeida, Dk. 50 Aurelio, Dk. 53 Egemen, Dk. 88 Edu (Beşiktaş), Dk. 49 Kehat (Maccabi Tel Aviv)
Sarı kartlar: Dk. 43 Pavicevic, Dk. 49 Medunjanin, Dk. 56 Nivaldo, Dk. 79 Vered (Maccabi Tel Aviv)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder